“8 Haziran. Hayatım bir tur daha atladı. Günler gelip geçiyor her gün aynı. Uzun, sürekli bir zincir. Sonra, aniden gelen bir değişiklik.”

– Taxi Driver, 1976

Doğum günüm kutlu olsun. Gerçi Uğur’la yaptığımız uzun sohbetin (yine dilimizi düzeltmek üzerine) sonucunda “yaş günü” ifadesinin daha doğru olduğuna kanaat getirmiştik ya, neyse.

Neden bilmiyorum ama bu yaş günümde geçen 8 Haziran’dan bugüne hayatımı daha fazla düşündüm. Her sene olduğu gibi, bu sene de Taxi Driver‘ın o meşhur repliğinin hayatımı ne kadar da şeffaf yansıttığını fark ettim. Gerçekten de günler hep aynı gelip geçiyor, arada minik sürprizlerle. Sanıyorum geçen yaşıma dair bu denli derin düşüncelere gark olmamın temel nedeni de, bu minik sürprizlerin pek de minik olmamasıydı.

Terapistime, hayatta bana bir şey bahşedildiyse eğer bunun hemen hemen her şeye çok çabuk alışmam olduğunu söylemiştim. Neredeyse 10 yıl oturduğum evimden yaş günümden henüz birkaç gün önce taşınmıştım, insanlar genellikle bu tarz durumların kendileri için sarsıcı olduğunu söyler; ama yalnızca bir hafta sonra sanki 10 yıldır önceki evimde değil de, şimdiki evimde oturuyormuş gibi hissetmeye başlamıştım bile. Beni hayatta tutan şey bu sanırım, 12 saatlik transatlantik uçuşlarının sonlarına doğru uçak bile evim gibi hissettirmeye başlıyor. Genellikle Boeing 787 Dreamliner ile bu uçuşları yapmamla, 35 yıllık ince kolonlu bir apartmanda oturuyor olmamın da evlerimi (güvenli alanlarımı) biraz adrenalin kaynağı olarak mı gördüğümü sorgulatmadığını söylesem yalan olur.

Ama bu yaşımın içindeki üç en önemli gelişmeden biri olan terapiye başlamamın bana etkisi olumlu mu oldu olumsuz mu oldu bazen kestiremiyorum. Bir cumartesi akşamı barda birisine kafa atmadığım için pazar sabahı kendimi mutsuz hissederken, bir sonraki pazar bunu genelde düşünmek bir yana anımsıyor olmazdım; ancak terapide maalesef üzerine 1 saat kafa patlattığımız için hala tüm hissiyatımla birlikte anımsamak mecburiyetinde kalıyorum. Giden bir sevgili, denenen ama olmayan bir girişim, uzaktan uzağa yürümeye çalışan bir arkadaşlık, “Nereden çıktın karşıma bilmem, ey rüzgar bakışlı kadın” tadında mide-kelebek numenini kavramaya yaklaştıran rastlantılar, ansızın gelen kavga etme arzusu, öyle derin bir mutsuzluk hali; hepsi zamanın içinde birer yankı1 idi benim için ama artık değiller, çünkü hiç olmasa “bunu pazartesi terapide anlatırım” diye bile üzerine çok fazla düşünüyorum bazı şeylerin dümdüz yaşamak yerine.

Sigarayı bıraktım; en büyük ikinci olay da bu sanırım. Yaklaşık 13 senedir içiyordum, pat diye bir anda bıraktım. Hayatıma tek olumsuz etkisi, mutsuz bir topçuk olarak yatarken uzaklara bakıp bir nefes çekme klişesini yaşayamıyor olmak şimdilik, mutsuz bir topçuk olarak uzaklara elimde kahve fincanıyla bakıyorum.

Ama özellikle son süreçte edindiğim en mühim kazanım, bazı şeyleri kabul etmek idi kanımca. Düz kasa Kadıköylü olduğumu kabul ettim mesela, ne yapayım hayatımı mı değiştireyim? İnsanlarla sadece aram bozulmasın diye iyi olmaya çalışmanın sadece kendimi yorduğunu kabul ettim, artık öyle yapmayacağım herhalde. Hayattaki en temel sorunumun barınma, tek çözümünün ataleti azaltmak olduğunu idrak ettim.

Hissim her şeyin hep aynı kalacağı yönünde, ama belki aniden bir değişiklik olur, kim bilir?



  1. Bununla ilgili bir yazı yazacağım, enerji bulursam. ↩︎